Dört Kapı Kırk Makam öğretisinin son kapısı olan Sırr-ı Hakikat Kapısı, Hünkâr’ın deyimiyle, “Tanrı’yı kendi özünde bulma”makamıdır. Bu kapıda, can gözünü perdeleyen perdeler bir bir açılmış, hakkı da batınî ve zahirî dünyayı da görür olmuştur. Bir insana baktığında onun bulunduğu makamın derecesini hemen anlar vaziyete gelmiştir. Hallac-ı Mansur’un‚ “Ene’l-Hakk” diye seslendiği kemalet makamıdır. İnsan, sonsuz âlemin değil, en ufak canlının da aynası olduğunu ve onları yansıttığını bilir. Büyük ozan Muhyî’nin dediği gibi:
“Her ne varsa bu âlemde, hepsi mevuttur Âdem’de
Ben de sığar iki cihan, ben bu cihana sığmam”
Bu kapıya gelip Hakk’la hak olmuş kişi, hakikatin dil yoluyla anlatımının mümkün olmadığı bilir ve gerçeği mecaz ve sembollerle anlatmaya çalışır.
Bu kapıya ulaşmış insan, varlığın sürekli bir tekâmül içerisinde olduğunu anlar. Kalıplaşmış dinlerdeki ceza, yargı, cennet, cehennem, sırat köprüsü gibi kavramlar farklı anlamlar taşır. Hepsi de bu dünya hayatında olmaktadır. Sırat köprüsü, ölümden sonra geçilecek, kıldan ince kılıçtan keskin olduğu tabir edilen bir köprü değil, dünya hayatında insanın ruhsal tekâmülünü tamamlayarak, aslı olan nura kavuşmak anlamına gelir. Cennet ve cehennem ise dünya yaşantısındaki ruhî hâlin sembol diliyle anlatımıdır. Eğer kişi tekâmülünü tamamlamak yerine nefsî dünyanın karanlığına batmış, hayatın cezbesinden ve varoluşun sonsuz deviniminden habersiz yaşıyorsa, cehennemi; can gözü açılıp, ruhu aydınlık ve esenlikle dolu yaşıyorsa cenneti dünyada yaşıyor demektir.
Hakikat kapısının makamları “Alçakgönüllü olmak, kimsenin ayıbını görmemek, yapabileceğin hiçbir iyiliği esirgememek, Allah’ın her yarattığını sevmek, tüm insanları bir görmek, birliğe yönelmek ve yöneltmek, gerçeği gizlememek, manayı bilmek, Tanrısal sırrı öğrenmek, Tanrısal varlığa ulaşmak”tır.