Horasan’dan gelen dervişlere Horasan erenleri deniliyordu. Hatta Hacı Bektaş da, Baba İlyas gibi Horasanî olarak anılıyordu. Sonra bir gelenek hâline gelen bu adlandırma, istila önünden kaçan yığınların izlediği yolu anımsattığı gibi, dervişleri zorlayan toplu göçü de anımsatmaktadır. Bu dervişler Küçük Asya ile Orta Asya arasında bir bağ oluşturan Ahmet Yesevî kültürünü birlikte getirdiler. Bektaşîler, gerçekte, Ahmet Yesevî’nin manevî kalıtçıları idiler.
Hacı Bektaş’ın doğumu gibi ölüm tarihi de tam olarak bilinmemektedir. 1270’lerde öldüğü düşünülmektedir. Kimi kaynaklarda onun kardeşi Menteş’le birlikte 1239-40’larda Baba İlyas-i Horasanî’nin müridi olduğu, Baba İlyas’la ayaklanma sırasında öldürüldüğü ileri sürülmektedir
Velayetname’de anlatılan söylenceye baktığımızda: Hacı Bektaş, Horasan’da Nişabur kentinde doğmuştur. Sekizinci İmam Ali Er-Rıza soyundan gelmektedir ve soyu, Hüseyin’den dolayı Ali’ye çıkmaktadır. Aynı biçimde Ahmet Yesevî de Muhammedî el-Hanefi’den dolayı Hz. Ali’ye bağlanır.
Velayetname’ye göre Hacı Bektaş Velî, Ahmet Yesevî’nin müridi Lokman Perende’ye bağlıdır. Abdülbaki Gölpınarlı, Lokman Perende adını taşıyan üç kişiden söz eder: Birincisi Şeyh Lokman-i Serasi’dir ve 1048’de ölmüştür. İkincisi, Hüseyin Baykara zamanında Herat’ta yaşamış bir şeyhtir, 1492-93’te ölmüş ve buraya gömülmüştür. İkisi arasında 14. yüzyılda Erdebil’de yaşamış olan ve Safaviler’in Anıtkabri sayılan türbeye gömülmüş olan bir başka Lokman Perende bulunmaktadır. Mezarı, Şeyh Safiyuddin İshak’ın (öl. 1334) oğlu Şeyh Sadreddin Musa (1334-1392) tarafından yaptırılmıştır. Perende (Uçan) sözcüğü üzerinde de durmak gerek. Bu isim gezginci dervişler olan Kalenderî tarikatına bağlı başka bir kişiye de verilmiştir. Bu kişi de ünlü Şems-i Tebrizi’dir.
Eflakî, bize, onun değişik mekânlara bî-ser ü pâ (başsız ayaksız) girme gücüne sahip olduğunu, bu nedenle kendisine Şems-i Perende (Uçan Şems) denildiğini anlatır. Buradan da, Şems’in hazır ve nazır, yani aynı anda ayrı mekânlarda bulunabilen, ermiş ve ulu kişilere özgü olan güce sahip birisi olduğu sonucu çıkmaktadır. Hacı Bektaş da aynı güce sahip olacak ve bu görünüm (don), diğer birçok Bektaşî ulusuna, özellikle ölümünden sonra aynı anda birçok yerde görülmüş olan ünlü Pir Sultan Abdal’a da mal edilecektir. Buna benzer bir başka görünüm, Baba İshak diye de bilinen Baba Resul için de söz konusudur ve bu nedenle, Pir Sultan’ın müritleri, onun öldüğüne inanmamışlardır.
İnanca göre, Ahmet Yesevî, turna kuşu donuna (şekline) girebiliyordu. Turna kuşu (allı turna), Alevî-Bektaşî folklorunda çok büyük bir rol oynar ve Ali’nin simgesidir. Pir Sultan Abdal, bunu en güzel biçimde dizelerinde şöyle ölümsüzleştirmiştir:
“Hazreti Şah’ın avazı,
Turna derler bir kuştadır”
Velayetname’de Horasan dervişlerinin (Horasan erenleri), meclislerine Ahmet Yesevî’yi davet etmek için turna donunda derviş gönderdikleri ve bunların Türkistan’a doğru uçtukları anlatılır. Haberi alan Ahmet Yesevî ve halifeleri de turna donuna girerler ve onlara doğru uçarlar. Hacı Bektaş’ın kendisine gelince, o da Rum ülkesine ulaşmak için güvercin donuna girecektir.
Velayetname’de belirtildiği gibi, Lokman Perende, perendelik (uçma yeteneği) yeteneğini Türkistan’ın Pir’i, mürşidi Ahmet Yesevî’den almıştır. Abdülbaki Gölpınarlı, Bektaşî ayininde, Ayin-i Cem töreni sırasında yapılan 12 hizmetten birinin bu adı taşımasından dolayı, kandilin (çerağ) yöresinde uçuşan pervanenin (gece kelebeği) bir değişkesini (varyantını) perende sözcüğünde görmek gerektiğini öne sürer.
Burada bir diğer önemli olgu da Türkistan Erenleri, Horasan Erenleri ve Rum Erenleri sözcüklerinin kullanımıdır. Velayetname’de bu üçünün adı da geçer; Ahmet Yesevî, “Türkistan’ın doksan dokuz bin pirinin piri” diye anılmaktadır. Hacı Bektaş’a da, “Horasan Erenlerinin Piri” denilmektedir. Sayıları yetmiş yedi bin kadar olan bu erenler, Türkistan Piri’ne bağlı görünmektedir. Öyle ki Horasan erenleri bir toplantı yapmak isterler. Toplantıya Türkistan Piri’ni ve halifelerini davet ederler. Bunlar, turna donuna girerek Türkistan’dan ayrılırlar ve Semerkand sınırında Amu-derya denen taşkın akan suyun üstüne konarlar. Burası, Ahmet Yesevî’nin ayaklarına niyaz eden Horasan Erenleri’ni karşıladığı yerdir. Toplantıdan sonra, Ahmet Yesevî ve halifeleri Türkistan’a Horasan erenleri de ırmağı gerçerek Horasan’a geri dönerler.
Ahmet Yesevî kutsal özel emanetlerini tekkesinde saklıyordu. Bu emanetler taç, hırka, çerağ (kandil), sofra, alem (sancak) ve seccade idi. Emanetler, Tanrı tarafından Peygamber’e verilmiş, ondan da Ali Murtaza’ya ve Ali’den sonra da bunları Ahmet Yesevî’ye vasiyet üzerine bırakan 8. İmam Ali Er-Rıza’ya kadar tüm İmam’lara devredilmişti. Ahmet Yesevî de bunları Horasanlı Hacı Bektaş’a devredecektir. Hacı Bektaş, göz açıp kapayıncaya kadar, mürşidinin çağrısı üzerine Horasan’dan Türkistan’a Ahmet Yesevî tekkesine ulaşır. Hacı Bektaş Velî, bundan böyle gücünün simgesi olacak bu emanetleri devraldığında Ahmet Yesevî kendisine şöyle der: “Var, seni Rum’a saldık. Suluca Karahüyük’ü sana yurt verdik. Rum Abdallarına seni baş yaptık. Rum’da gerçekler, budalalar, sarhoşlar çoktur. Artık hiçbir yerde eğlenme, hemen yürü.” Hacı Bektaş, hemen Ahmet Yesevî’den destur alır, bir güvercin donuna girer ve Türkistan pirlerinden Lokman Perende tarafından havaya fırlatılmış ucu yanık odun parçasının düştüğü yer olan Rum ülkesine varır.